ABD’NİN KİTLE İMHA SİLAHLARI İLE SAVAŞ STRATEJİSİ

 

1990’lı yılların başlarında, eski Yugoslavya’da, Müslümanlar Sırplar

tarafından boğazlanırken; NATO karargahlarında, ABD istihbarat subayları

İslam Fundementalizmi’nin yeni tehdidi oluşturmaya başladığını

anlatıyorlardı...

 

Henüz 11 Eylül saldırısının etkilerini üzerinden atamayan ABD, yeni güvenlik

stratejileri üretmeye devam ediyor ve bu stratejiler yasa gereği kongreye

sunuluyor; gizlilik derecesi taşımadığı için de açıklanıyor.

 

Beyaz Saray; 2002’nin Eylül ayında, “Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi”nin

yayınladı. ABD’nin “benzeri görülmemiş ve eşi olmayan bir güce; ekonomik,

politik nüfuza sahip olduğunu” iddia eden söz konusu doküman; “dünya güç

dengelerini yeniden tesis etmenin, bu gücün sorumluluğu olduğunu” açıkladı.

Bu stratejinin en önemli özelliği: potansiyel tehditlerin henüz tehdit

oluşturmadan, önleyici darbelerle (preemptive strike) yok edilmelerini

öngörmesidir. ABD’nin bölgesel krizlere, davet olmasa bile, müdahale

kararlılığı yeni stratejinin ikinci önemli özellliğini teşkil etmektedir.

Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD’nin çerçeve güvenlik stratejiini

oluşturmakta; “Kitle İmha Silahları ile Savaş için Ulusal Strateji” ve

“Anavatan Güvenliği Stratejisi” ise bu çerçeve stratejinin ayrıntılı alt

bölümlerini oluşturmaktadır.

“Anavatan Güvenliği İçin Ulusal Starteji” 16 Temmuz 2002 tarihinde

yayınlandı. Bu strateji ile;

1-ABD topraklarında olabilecek terörist saldırıların önlenmesi,

2-ABD’nin teröre karşı hassasiyetinin azaltılması ve

3-Terör saldırısı gerçekyeştiği taktirde hasarın en aza indirilmesi,

muhtemel zararların telafi edilmesi amaçlanmaktadır.

Aralık 2002’de yayınlanan “Kitle İmha Silahları ile Savaş İçin Ulusal

Strateji” ise üç temele dayandırılmıştır:

· Kitle imha silahları ile savaş için karşı tedbirler,

· Kitle imha silahlarının yayılmasını önleyici tedbirler,

· Kitle imha silahlarının kullanımları durumunda uygulanacak tedbirler.

Caydırıcı önlem: Nükleer güç!

Karşı tedbirler, söz konusu silahları kullanma tehditlerine ve

kullanılmalarına karşı geliştirilecek harekat yeteneklerini kapsamaktadır.

Bu kapsam içinde; kritik materyalinin, teknolojinin ve uzmanlığın düşman

devletlerinin ve terörist grupların eline geçmesini önleyecek tecrit

önlemleri; caydırıcı önlemler ve caydırıcılığın başarılı olmaması durumunda,

önleyici darbeler de dahil olmak üzere, uygulanması öngörülen aktif ve pasif

tedbirler yer almaktadır. Caydırıcı önlemler içinde konvansiyonel

yeteneklerin yanında nükleer gücün de kullanılabileceğinin açıklanması

dikkati çekmektedir.

Dikkati çeken bir başka husus ise, caydırıcılığın başarılı olmaması

durumunda, uygulanacak önlemler arasında füze savunma sisteminin de yer

almasıdır. Öngörülen bu önlem; ABD’nin, aktif bir diplomasi ile yürürlükteki

önleme ve silahların kontrolü rejimlerini destekleyeceği, bu önlem ve

rejimlerin etkinliğinin artırılacağı ifade edilmektedir. Ayrıca

Sovyetler’den miras kalan ve yayılmaya neden olabilecek tehdidin

küçültülmesi; nükleer materyalin kullanımının kontrolü ve bu materyalin

azaltılması ile; ABD’den dışarıya kritik materyalin sızmasını önleyecek

önlemlerin alınması amaçlanmaktadır.

Kitle imha silahlarının kullanılması durumunda ise; “Anavatanın Güvenliği

Stratejisi”nde geliştirilmesi öngörülen önlemler uygulanacaktır. “Kitle İmha

Silahları İle Savaş için Ulusal Strateji”; “Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde

de açıklandığı şekilde, potansiyel tehditlerin önleyici darbelerle yok

edilmelerini öngörmektedir. Bu stratejik yaklaşım önemli bir risk

taşımaktadır. Potansiyel bir tehdit olarak değerlendirildiğini ve bu nedenle

de önleyici darbeye maruz kalacağını algılayan bir devlet veya grup; doğal

olarak kendi karşı darbesini uygulayabilecektir. Bu durum ise ABD’nin kitle

imha silahları saldırılarına karşı hassasiyetini artıracaktır.

ABD’nin kitle imha silahları ile savaşta nükleer yeteneklerini de

kullanabileceğini açıklaması, doğal olarak caydırma sağlayacaktır. Ancak;

yeni strateji, bu korkunç silahın hangi şartlarda ve hangi kitlelere göre

kullanılabileceğine açıklık getirmemiştir. Bu yaklaşım ise belirsizliğe,

güvensizliğe, istikrarsızlığaneden olacak; dünya barışının geliştirilmesi

gayretlerine zarar verecektir.

Özetle; “Kitle İmha Silhalar ile Savaş İçin Ulusal Strateji”, tek süper güç

ABD’nin, psikolojik bir baskı aracı olarak kullanmak amacı ile hazırladığı;

ciddi riskler taşıyan bir meydan okuma stratejisidir. ABD’nin gerçek amacı

ise sadece kitle imha silahları değildir. Kitle imha silahları ile savaş;

ABD’nin büyük stratejisinin uygulanmasında, ona manevra esnekliği kazandıran

bir amaçtır. ABD’nin asıl amacını anlamak için ise büyük resmi görmek

gerekmektedir.

300 bin “işsiz” güvenlik işçisi

Herşey Sovyetler Birliği’nin dağılması ile başladı. Ekonomisini ve

endüstrisini Sovyetler Birliği tehditine göre düzenlemiş olan ABD, bu

gelişme karşısında çıkmaza girdi. Alvin ve Heidi Toffler ikilisinin yazdığı

“War and Anti-War” adlı kitapta, Berlin Duvarı’nın çöküşünden sonraki iki

yıl içinde 300 bin güvelik işçisinin işsiz kaldığı gerçeği önemle

vurgulandı. ABD ekonomisinin yeni düşmanalara ihtiyacı vardı. 1990’lı

yılların başlarında, eski Yugoslavya’da, Müslümanlar Sırplar tarafından

boğazlanırken, NATO karargahlarında, ABD istihbarat subayları İslam

Fundamentalzmi’nin yeni tehditi oluşturmaya başladığını anlatıyorlardı.

İşte bu ortamda, Samuel P. Huntington’un 1993 yılında sipariş üzerine

yazdığı “Medeniyetler Çatışması” adlı makalesi gündeme geldi. Huntington,

makalesinde; geleceğin en önemli mücadelelerin, medeniyetlerin birini

diğerinden ayıran kültürel fay kırıkları boyunca meydana geleceğini iddia

ederek; Hristiyan olmayan kültürleri, başta İslam olmak üzere, potansiyel

birer tehdit olarak sunuyordu. Huntington’un görevi; ABD ekonomisinin

gerektirdiği düşmanları yaratmaktı. Komünizme karşı “Yeşil Kuşak

Doktirini”nde görevlendirilen İslam kültürlerinin görevi tamamlanmıştı ve bu

kültürlerin düşmanlaştırılması gerekiyordu.

Bu gelişim; Zibigniew Brezezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında

açıkladığı jeopolitik teori ile devam etti. Brezezinski’ye göre; ABD

Avrasya’ya egemen olmalıydı. Çünkü, dünyanın bilinen enrji kaynaklarının

dörtte üçü Avrasya’da idi. Avrasya egemenliği; bu enerji kaynaklarını ve

ulaştırma hatlarını kontrol ederek mümkün olabilirdi. Öncelikle enerji

kaynaklarının bulundukları bölgeleri çatışma alanları haline getirmek ve

daha sonra da bu bölgeleri askeri güç kullanarak kontrol etmek gerekiyordu.

Önce Afganistan konrol altına alındı ve Türkmen doğalgazının Hint

Okyanusu’na açılımının güvenliği sağlandı. Azerbaycan petrolleri ise zaten

müttefik olan Türkiye üzerinden, Bakü-Ceyhan boru hattı ile batıya

açılabilirdi. Şimdi gündemde olan, Irak petrolünün kontrolüdür. Onu doğal

olarak Suudi Arabistan’da rejim değişikliği ve İran’nın kontrolü takip

edecektir. Afganistan ve Irak’ın kontrolü ise bu ülkeler arasında sıkışmış

olan İran’nın kontrolünü kolaylaştıracaktır. Çin’in önemli bir ekonomik

rakip olması durumunda ise; kültür farklılığı bir bahane olarak kullanılacak

ve Çin’in geleceği kararlaştırılacaktır.

ABD’nin bu uzun vadeli planı; onun Eylül 2002’de yürürlüğe soktuğu “Ulusal

Güvenlik Stratejisi”ne de yansımıştır. Kendisi benzeri görülmemiş ve eşi

olmayan bir güç olarak tanımlayan ABD; dünya güç dengelerine yeniden tesis

etmenin kendi sorumluluğu olduğunu açıkça beyan etmiştir.

Bu güçle mücadele etmenin tek yolu ise asimetrik savaştır. Bu ise yeni 11

Eylül’ler anlamına gelmektedir. ABD’nin doyumsuzluğu , onu 11Eylül korkusu

ile yaşamaya mahkum etmiştir.

 

E. Tuğgeneral Nejat ESLEN – M5 Savunma ve Strateji – Şubat 2003