2000’Lİ YILLARIN MEDYA GEYİĞİ: OLASI IRAK SAVAŞI

 

George W. BUSH ve sert Musevi ekibi iktidara geldikten sonra müthiş

hamlelerle Ortadoğu sorunun çözme girişimine girdiler. Fakat öyle taraflı

girdiler ki Ortadoğu’nun sorunu kördüğüm haline geldi. Başbakan SHARON’un

izlediği politikalar, tarihlerinde ilk defa Filistin dışı Araplarda

yakınlaşma ve dayanışma hissi doğurdu. Birbirlerini ve haklarını Batıya

peşkeş çeken ve satan Arap şeyhlerinde geri itilmişlik, umursanmazlık

hisleri doğdu. On tane Arap ülkesi bir İsrail etmiyordu. Özellikle 11

Eylül’de New York’ta ABD’nin iftiharı ikiz kulelere yapılan saldırılarda,

ABD’nin yıllarca bağrına bastığı Suudi Arabistanlı aşırı Müslüman Arap

çocuklarının sayısı fazla çıkınca Suudi Arabistan da gözden çıkmış oldu.

Ortadoğu da artık bir kilitlenme yaşıyordu. Bu kilidin açılması için

Afganistan’a yapılan operasyonlar pek etkili olmadı. Afganistan uzakta

kalmıştı. Ortadoğu’daki gelişmeleri etkileyemiyordu. Konu ve ağırlık yavaş

yavaş Irak üzerine döndü. Irak’ta kitle imha silahları vardı ve Irak bütün

Ortadoğu’ya ve ABD’ye tehdit oluşturuyordu. Hatta ABD’nin bütün

müttefiklerine tehdit oluşturuyordu. ABD, Irak için devletler Hukukunu aşan

yeni teoriler ve öneriler ortaya koydu.

 

Önleyici vuruş teorisi; bu teoriye göre düşman olağanüstü silahlar imal

eder veya alırsa bu tehdidi hissedenlerin düşmana direkt saldırı hakkı

oluyordu. Böyle bir duruma bütün Arap ülkeleri itiraz ettiler. Güçlü olan

bir ülke diğerine bir bahane ile saldırabilirdi. Allah'tan sonraları bu hakka

sahip tek ülkenin ABD olduğu anlaşıldı ve herkes rahat etti. ABD kendi

üzerindeki ekonomik baskılar, silah lobilerinin kışkırtmaları, diğer

Ortadoğu ile ilgili lobilerin itmelerine karşılık dünya kamuoyunun onbir

senelik bir bekleyişten sonra üç parçaya bölünmüş olan Irak’ın hala kitle

imha silahları ürettiğini kabul etmemesi üzerine direkt bir saldırıya

geçemedi. Bazı Ortadoğu lobilerinin Avrupalı müttefiklerini çok

aşağılamasına rağmen Birleşmiş Milletlerin Irak’a gözlemci göndermesini ve

iddia edilen silahlar üzerine araştırma yapılmasını kabul etti. George BUSH

Hükümeti Kongre’den savaşa girme kararı çıkarsa bile Birleşmiş Milletler

gözlemci kararlarını beklemek durumuna girdi.

 

Bu dönemde Türk basını yoğun bir şekilde Irak savaşı ile ilgili yayına

girişti. Savaşın bilinmeyen anlaşılmayan yanları çok olduğu için üniversite

öğretim üyeleri ve tekaüt askerleri televizyona çıkarıp veya demeç alıp

sonuna kadar serbest atış yapmak mümkün olabiliyordu. Bazıları ellerindeki

aynı metinleri beş altı televizyonda okuyorlardı. Eleştiri yok, tartışma

yok. Sadece saat doldurma ve geyik muhabbeti ve spekülasyon. Saldırı ne

zaman başlayacaktı, kaç gün sürecekti, Irak savaşının Türkiye için sonuçları

ne olacaktı? Türkiye'yi Kuzey Irak’a girecek miydi? Bütün bu soruların cevabı

Amerika’nın savaş planlarına bağlıydı ve Amerika’nın Türk Genel Kurmayı ile

yaptığı bazı görüşmelerin dışında dışarıya sızan herhangi bir hareket planı

yoktu. O halde televizyonlardaki Kuveyt’ten girişler, yukarıdan inişler ne

oluyordu? Öte yandan endüstriyel bir kapasiteye sahip olmayan ve silahların

%80’ini dışardan alan orduların, post modern bir yapıya sahip olan ve her

savaşta daha çok gelişmiş ve akıllı silah kullanan bir ordunun savaşma

şeklini tahmin etmeleri pek mümkün değildi. Tahmin edilen hususlar klasik

lojistik yığılmalar olabilirdi.

 

Basının haklı olarak yakaladığı bir diğer husus ABD’nin müttefiki

Türkiye’deki üsleri kullanarak Kuzeyden yapacağı bir harekatta Kürtleri

kullanıp kullanmayacağı idi. Kuzeyde otonom bir Kürt devletinin kurulması

Türkiye’nin korkulu rüyasını oluşturuyordu. Uzun zaman gazeteler Devletin de

arkadan itmesiyle, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmayacağını ve

böyle bir devletin kurulmasının önlenmesi için Türk Ordusu’nun 36ncı

paralele kadar müdahale edebileceğini yazdılar. Sonraları Kuzey Irak

içindeki Türk Ordusu’nun bazı birimlerinin daha önceleri çekilmiş

resimlerini yayınladılar.

 

Buradaki en akılı davranış Irak’ta SADDAM sonrası dönemde Iraklı

Türkmenlerin durumunu güçlendirmek olacaktı. Bu konuyla uğraşıldı.

Konferanslar düzenlendi, dış tanıtım yapıldı. Dernekler kurduruldu.

Washington’a büro açıldı. Hatta İsrail Başbakanı bile Iraklı Türkmenlerden

bahsetti. Ancak genel analize gelindiğinde, ‘Kürtler, Şii ve Sünni araplar

ve diğerleri” olarak siyasal literatüre geçtiler. Türkiye yeteri kadar

bastıramamıştı. Milliyetçi Türk basını ise Türkmen konusunu ilginç bulmadığı

veya öyle bir talimat gelmediği için işlememişti.

 

Irak olayları sırasında Ankara’da görüştüğümüz Arap temsilcilerinin bir kaç

türlü korkusu vardı. Bunlardan birincisi Türkiye’nin Irak’a girerek burada

uzun müddet kalmak istemesi, Musul ve Kerkük petrollerine uzanması gibi

fikirlerdi. Türkiye’de basının bir kısmı 1926 yılından kalma petrol

borçlarının varlığını ileri sürerek bir iki gün konuyu ele alıp sonra sustu.

Türkiye Araplara buraya bir Kürt Devletini kurdurmamak ve bir olup bitti

karşısında duruma hakim olmak için gireceğini ve Irak’ın toprak bütünlüğüne

taraf olduğunu, Irak’ı oluşturan hakların hepsine eşit şartlar tanınmasını

istediğini çeşitli temaslarda bildirmişti. Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan,

Mısır, İran Türkiye’den emin oldular ve Türkiye’ye güvendiler. Arapların

ikinci korkusu Irak’a yerleşen ABD’nin Ortadoğu’yu kendi siyasal anlayışına

göre yeniden şekillendirilmesiydi. Bu korku halen devam etmekte hiçbiri

gerçekten demokratik olmayan rejimler geleceklerinden korkmaktadırlar. Bu

yüzden Türkiye’nin öngördüğü görüşmelere bir ümit dahi olsa katılarak

çözümün barışçı olmasını istemektedirler. Arapların, Rusya çöktükten sonra

ABD’ye karşı dayanacak güçleri kalmamıştır.

 

Türkiye’ye ise; Amerikalılara üslerden inceleme yapmalarına izin vereceği

halde kendi kamuoyuna direnişli bir yapı göstermeye gayret etmektedir. Arap

ülkelerinin çoğu zaten Türkiye’nin davranışının ne olacağını çok iyi tahmin

etmektedirler. Türkiye’ye normal olarak emirlerini harfiyen dinlediği

imparatorluğa direniş gösteriyor görünmesi normaldir. ABD büyükelçisi de

konuşmalarında Türkiye’nin anayasal düzenine uyacaklarını söylemektedir. Öte

yandan hükümet Arap kitlelerine karşı iyi niyetini ve barışçı davranışını

zaten göstermiştir. Bu durumda yapılan zirveler ve toplantılar

göstermeliktir. ABD imparatorluğu kendi önceliklerine karşı çıkan bir çok

ülkeyi dolaylı bir şekilde harcamıştır ve harcamaya devam edecektir. Öte

yandan ABD ordusu da hemen hediyelerini ortaya çıkarmaya başlamıştır. 324

milyon dolarlık kredi ve Türkiye’nin beklediği deniz helikopteri alımına

izin verilmesi gibi. Bu helikopterlerle denizlerde beklenen zaferlere artık

kavuşulacaktır. Yedek parçaları devamlı alınarak, ABD firmaları

yaşatılacaktır.

 

Türkiye’de basının üzerinde durduğu bir başka husus Irak savaşıyla birlikte

Türkiye’nin kayıplarının ne olacağıdır. Kendi beş yıllık planlarını

yönetemeyen Türkiye bu konuda saatlerce konuşarak müthiş tahminlerde

bulunmuştur. ABD Büyükelçiliği defalarca Türk iş adamlarıyla görüşerek

onları boş umut pompalamıştır. Ekonomisi zaten bozuk olan ABD’nin Türkiye

fazla bir şey veremeyeceği ve vereceklerinin genel olarak askeri masraflara,

göçmenlere gideceği anlaşılmaktadır.

 

Türkiye bir türlü ABD’nin SADDAM’ı niçin dövmek istediğinin gerçek analizini

ortaya koyamadığı için savaş çıkıncaya kadar veya kazara bir barış olacaksa

barışa kadar aynı geyiği sürdürmeye devam edecek gözükmektedir.

 

Savunma ve Havacılık – Prof. Dr. Hasan KÖNİ